Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu

29 Aralık 2015 Salı

Siena

Siena'nın genel görünümü
İtalya'nın Toskana bölgesinde yer alan ve Floransa'dan sonra belki de bölgenin en çok bilinen şehri olan Siena'yı görmeyi çok istiyordum. Fakat görülecek 5 koca şehir, tüm bunları sığdırmak içinse 5 kısa günüm vardı. Bir şeylerden feragat etmek istemiyordum ve Siena'yı gezebilmem için her şeyi saati saatine planlamam, dilini bilmediğim bu ülkede hiç hata yapmamam gerekiyordu.

Nitekim her şey yolunda gitti ve Siena'ya uğrayabildim. Palio denen yarışlarıyla ünlü bu şehre oyunların düzenlendiği yaz aylarında gelebilmeyi çok isterdim fakat çalışan bir insanın yıl ortasında 5 günlük izni bulması bile bir mucize olduğundan fazla hayıflanmadan şehrin tadını çıkarmaya karar verdim.

Ulaşım


Siena'ya, konakladığım Floransa'dan günübirlik gitmeye karar verdim. Olabildiğince hızlı biçimde kenti gezerek, vakit kalırsa yakın yerleşim birimlerinden biri olan, Orta Çağ kasabası San Gimignano'yu gezecektim. Aylardan kasım olduğu için günışığından olabildiğince fazla yararlanmam, güne çok erken başlamam ve hızlı bir tempoda gezmem gerekiyordu. İlk otobüslerden birine atlamak için otelimden sabahın erken saatlerinde ayrıldım.

Floransa'da, Santa Maria Novela Garı'nın yakınlarında yer alan otobüs duraklarını bulabilmek için birkaç kişiye yol sormam gerekti fakat güç de olsa binaların arkasında kalmış cep otogarını buldum. Burası çevre köy ve kasabalara giden bölgesel otobüslerin kalktığı terminal. Siena için biletimi alıp başladım beklemeye. Biraz gecikmeyle de olsa otobüsümüz geldi. Eğer çantanız, bagajınız varsa otobüsün yük bölmesinin kapaklarını kendiniz açıp eşyanızı yerleştiriyorsunuz. Otobüs hareket ettikten sonra sizi yaklaşık 80 dk'lık bir yolculuk bekliyor. Siena'ya vardığınızda otobüs sizi bir meydanda bırakıyor. Dönüş için biletlerinizi buradaki büfelerden alabilir, dönüş otobüsünüzü yine burada bulabilirsiniz. Gideceğiniz yer için otobüs sürücülerinden yardım isteyebilirsiniz. Size hangi peron olduğunu ve saat kaçta geleceğini zaman çizelgesi üzerinden bir güzel gösteriyorlar!

Gezi rotası


Piazza del Campo ve çevresi her daim capcanlı
Ben 13.10'daki otobüsle San Gimignano'ya gitmeyi kafaya koymuştum. Otobüsün saati gelene dek şehri gezip bitirmek için yalnızca birkaç saatim vardı. Bu nedenle hiç vakit yitirmeden başladım gezmeye. İlk işim bir kafede kahvaltı etmek oldu. Şimdi adını unuttuğum, o bölgenin tatlı çöreklerinden yiyerek karnımı doyurdum ve attım kendimi sokaklara!

Siena'nın merkezi hiç kuşkusuz o ünlü yelpaze biçimindeki meydanı, Piazza del Campo. Sözkonusu Palio yarışları da eskiden beri işte bu meydanda düzenleniyor. Meydan, şehrin geçmişteki yönetiminden sorumlu dokuz konseyi temsilen dokuz bölüme ayrılmış gibi tasarlanmış. Her bölümde taşlar farklı biçimde dizilerek bölümlerarası görsel farklılık sağlanmış. Meydanın geçmişi 12. yüzyıla dayanıyor. Meydanda yer alan dikkat çekici yapılar var. Bunlardan ilk Fonte de Gaia denen heykellerle süslü meydan çeşmesi. Gördüğümüz çeşmenin özgün parçaları hava koşulları nedeniyle daha fazla yıpranmasın diye müzeye kaldırılmış. Buradaki 19. yüzyılda yapılan bir kopyası.

Palazzo Publico
Meydanın en heybetli yapısı ise Palazzo Publico yani Halk Sarayı. Günümzde hâlen belediye binası olarak kullanılan bina geçmişte de Siena'nın yönetim merkezi olmuş. Bazı salonlar bugün müze olarak ziyarete açık. Tavan süslemeleri ve freskler nedeniyle görmeye değer. Ancak binanın asıl görülmesi gereken yeri kulesi. Mangia Kulesi denen bu 102 m yüksekliğindeki çan kulesi İtalya'da bulunan en yüksek ikinci kuleymiş. Muhteşem manzaralar sunan kulenin girişi ben gittiğimde her nedense kapalıydı bu nedenle Siena'yı ve Piazza del Campo'yu tepeden görme fırsatım olmadı. Zaten kuleye 505 basamakla çıkıldığını öğrendikten sonra çıkamadığıma üzülmekten çok sevindim!

Piazza del Campo şehrin kalbinin attığı yer demiştim. Bu meydana bağlanan birçok dik sokak ve geçit var. Tüm bu sokaklar ziyaretçilere inanılmaz manzaralar sunuyor. Bir yerden sonra sokak fotoğraflarından fotoğraf makinenizin belleğinin dolduğunu görüyorsunuz. Fakat her sokak öylesine şirin, öylesine tarih kokuyor ki, birini fotoğraflamasanız diğerinin hatırı kalıyor.

İşte bu sokaklardan, Halk Sarayı'nın arkasında kalan kısma inenleri takip ederseniz Piazza del Mercato yani Pazar Meydanı'na geleceksiniz. Yarı Kapalı bir halk pazarının bulunduğu bu noktada kimi günler bizdekilere benzer bir semt pazarı kuruluyor. Buradaki seyir terasından vadilerin, bağ ve bahçelerin fotoğrafını çekebilirsiniz.

Siena Katedrali
Şehirde tüm önemli yapılar, sokak tabelaları gibi ok işaretli levhalarla gösterilmiş. Tarihî sokakların tadını çıkartarak yavaş yavaş Katedral Meydanı'na tırmanabilirsiniz. Burada şehrin tuğla evlerden oluşan ana dokusuyla pek de uyuşmayan siyah beyaz taşlı katedrali bulacaksınız. Fakat bu uyuşmazlığa karşın çok etkileyici bir yapı olduğuna siz de görünce hak vereceksiniz. Gotik tarzda yapılan yapının İtalya'nın en büyük katedrallerinden biri olduğunu sonradan öğrendim. (Bu arada gotik mimari nedir, diğerlerinden farkı nedir vb konularda fikir sahibi olmak isterseniz şu yazımı okumanızı öneririm) Siena Katedrali'ni birtakım eklentilerle aslında dönemin en büyük katedral haline getirmek istemişler fakat 14. yüzyılda Avrupa'yı kırıp geçiren meşhur Veba Salgını nedeniyle şehrin nüfusunun ve parasının yarıdan fazlası yitince, bu sevdadan vazgeçmişler.

Siena Katedrali'nde görülmeye değer pek çok mimari ayrıntı var. Giriş için katedral, vaftizhane, kütüphane ve katedral müzesini kapsayan birleşik biletten satın almanızı öneririm. Kütüphanenin tavanındaki freskleri anlatmaya sözcükler yetmez. Katedralin içindeki ayrıntıları ise görmeyen çok şey kaçırmış sayılır. Vaiz kürsüsünün üzerindeki heykelleri ve yerde bulunan kakma zemin işlemelerini mutlaka görün. Verdiğiniz 12 avroluk bilet parasının en güzel kısmı ise katedralin tamamlanmamış ön cephesi üzerinde yer alan seyir terası. Şehrin mükemmel manzaralarını sunan bu noktada bol bol fotoğraf çekeceğinizden eminim.

Piazza del Mercato
Bunun dışında hemen yakınlarda bulunan Santa Maria della Scala, eskilerde hastane olarak kullanılıyormuş. Şimdiyse içinde kaydadeğer bir resim ve heykel koleksiyonu barındırıyor. Floransa'da geçirdiğim 3 gün boyunca resim ve heykele doyduğum için ben buraya girmemeyi yeğledim. Zaten San Gimignano'ya gitmek için binmem gereken otobüse yaklaşık 1 saat kalmıştı.

Dar, loş ve gün ışığı alamadığı için hafif serin olan tarihî sokaklarda son kez aheste aheste dolaşarak artık eserlerin değil sokakların tadını çıkarmaya başladım. Artık bir yere girmem desem de yol üzerinde denk geldiğim Santa Caterina ve San Domenico kiliselerine girip içeriyi şöyle bir kolaçan ettim. Son olarak otobüsümün kalkacağı noktaya giderken haritam üzerinde de görünen Palazzo Salimbeni'ye uğradım. Ziyarete açık mı kapalı mı olduğunu anlamaya çalışırken güleryüzlü bir görevli beni gördü ve ısrarla içeri davet etti. Eski bir bankanın genel merkez binası olan bu 15. yüzyıl sarayının kimi bölümleri günümüzde müze ve araştırmacılara arşiv olarak hizmet veriyor. Eski kasalar, arşiv kayıtları ve banka eşyası arasında 5 dakika gezindikten sonra hanımefendiye teşekkür ederek binadan ayrıldım ve bir sonraki durağım olan San Gimignano'ya gitmek için otobüsüme bindin.

San Gimignano gezi yazımı ve önerilerimi okumak için buraya tıklayabilirsiniz!




28 Aralık 2015 Pazartesi

San Gimignano

Torre Grossa'dan Kuyu Meydanı ve kasabanın görünümü
 San Gimignano, İtalya'nın Toskana bölgesinde eşsiz siluetiyle ünlü, çok iyi korunmuş bir Ortaçağ kasabası. Adının Türkçe söylenişi San Ciminyano. Toskana gezimin 3. durak noktası olan bu sessiz sakin kasabayı ziyaret edip etmemek konusunda son âna dek kararsızdım. Sonuç olarak ziyaret ettim ve şimdi görüyorum ki çok da isabetli bir kararmış!

Ziyaretimi gerçekleştirdiğim sırada aylardan kasımdı; günler kısa, havalar ise pek iç açıcı değildi. En sonunda şöyle yapmaya karar verdim. Floransa'dan otobüsle Siena'ya geçecek, Siena'yı olabildiğince hızlı gezip hava kararmadan bitirebilirsem dönüşte San Gimignano'ya uğrayacaktım. 1-2 saat bu ufak kasabaya yeter de artar diye düşünmüştüm.

Ulaşım


San Gimignano'nun kuleleri
Öncelikle San Gimignano'ya nasıl gidilir, ondan söz edelim. San Gimignano, Toskana'nın iki önemli şehri Floransa ve Siena'nın arasında, iki kenti birbirine bağlayan yollar üzerinde bulunuyor. Siena'ya biraz daha yakın ve zaten Siena iline bağlı. Kasabada tren istasyonu yok. En yakın istasyon Poggibonsi denen kasabada. Buranın adını ben bir türlü beceremesem de akılda tutmakta yarar var zira giderseniz işinize yarayacak.

Ben konakladığım Floransa'dan sabah saatlerinde yola çıktım. Santa Maria Novela istasyonu yakınlarındaki küçük otogardan Siena'ya doğrudan giden otobüslere bindim. Siena'yı hızlı bir tempoyla gezdikten sonra 13.10'da belediye otobüslerine binerek San Gimignano'ya hareket ettim. 1,5 saat süren sıkıcı bir yolculuğun ardından, saat 14.40'ta küçük fakat bir o kadar da ünlü bir kasaba olan San Gimignano'nun şehir kapısının önünde otobüsten indim.


Gezi rotası


San Gimignano'nun tarihi sokakları
San Gimignano geçmişte kuzey Avrupa'dan gelerek Vatikan'a hacı olmaya giden kafilelerin dinlenme yerlerinden biriymiş. Bu nedenle oldukça gelişmiş ve nüfusu şimdikinin iki katına yani 15.000'lere ulaşmış. 13. yüzyıldan itibaren kentin ileri gelen aileleri günümüze yalnızca 13 adet örneği kalan kuleli saraylar yaptırmakta birbiriyle yarışır olmuşlar. Fakat daha sonra Avrupa'daki veba salgını ve hac rotasının değişmesi nedeniyle kent gerilemeye başlamış ve eski ışıltısını yitirmiş. İkinci Dünya Savaşı'ndan hasar görmeden kurtulan şehir daha sonraları bir turizm noktası olarak öne çıkmış.


Katedral ve iç görünümü
Kent kapısından girdiğinizde önünüze çıkan dar caddede küçük dükkânlar ve kafeler sıralanıyor. Kentin görülmeye değer ilk adresi bu cadde üzerinde, girişten birkaç adım sonra sağınızda kalan binada yer alan İşkence Müzesi (Musei della Tortura). Burada Orta Çağda kullanılan işkence yöntem ve âletleri sergileniyormuş. Ben ne yazık ki kış döneminde kapalı olduğu için ziyaret edemedim. Ama çok ilgi çekici olduğunu itiraf etmeliyim.

Anacadde sayılan bu yolu dümdüz takip ettiğinizde Kuyu Meydanı'na (Piazza della Cisterna) varıyorsunuz. Burada, günümüzde dilek havuzuna dönüşmüş bir kuyu bulunuyor. Doldurulmuş ve üzeri telle kapatılmış kuyunun içinde her ülkeden para bulabilirsiniz. Türk lirası elbette vardı fakat ben 1 lira daha eklemekten geri kalmadım. Güzel dilekler dilemeyi de unutmadım tabii! Oldukça canlı bir meydan olan bu noktada bol bol fotoğraf çektikten sonra kemerli bir yapının altından geçerek bir başka meydana geçiveriyorsunuz. Burası da Katedral Meydanı yani Piazza del Duomo.

Dilek dilemekten de geri kalmadım
Katedral dedik mi gözünüzde öyle görkemli, kocaman bir yapı belirmesin. Oldukça yalın bir dış cephesi olan ufak bir kilise burası. Ama şu yazımda da belirttiğim üzere, bir yapının kilise veya katedral olması boyutuyla değil, Vatikan'ın atamasıyla ilgili. Collegiata denen katedralin dışı ne denli süssüzse içi bir o kadar tantanalı. Eski varlıklı günlerin izini taşıyan iç süslemeler ve duvardaki freskler oldukça etkileyici. İçeride verilen broşürlerden ya da sesli rehberlerden yararlanarak duvarları süsleyen fresklerin içeriğine ilişkin ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. Bileti aldıktan sonra bu sesli rehberler bir kimlik belgesi karşılığında ücretsiz temin ediliyor.

Collegiata'nın hemen yanıbaşında ise Palazzo Vecchio del Podestà yani Eski Saray ve San Gimignano 1300 adlı müze bulunuyor. Ücretsiz gezilebilen bu müze tarihî bir binanın içinde yer almasının yanısıra kentin geçmişiyle ilgili ipuçlarını meraklılarına sunuyor. Gelmişken burada, Palazzo'nun yani sarayın bir parçası olan ve kentin en eski kulesi olan Torre Grossa'ya bilet karşılığında çıkabilirsiniz. 5 avro karlışığında aldığınız kuleye çıkış biletiyle şehrin resim müzesini de de gezebilirsiniz.

Bacaklara biraz acı çektiren kısa bir tırmanışın ardından kendinizi kulenin tepesinde bulduğunuzda, buranın San Gimignano'nun en güzel yeri olduğuna emin olacaksınız. Şehrin panoramik görüntüleriyle fotoğraf makinenizin belleğini doldururken vaktin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız bile. Ben öyle çok oyalanmıştım ki, saati gördüğümde diğer yerlere vakit kalmayacak diye korkarak çıktığım merdivenlerden ışık hızıyla indim!

Sanat galerisini vakit darlığınız varsa atlayabilirsiniz.
Dar sokaklardan geçerek rotamı San Mateo Caddesi üzerinden Sant'Agostino Kilisesi'ne çevirdim. Turist rehberlerinde adı geçen bir İsa freskini burada canlı gördükten sonra aynı hızla Diacetto Caddesi üzerinden geri geldim ve Rocca denen kale benzeri yapıya tırmandım. Birkaç fotoğraf çekindikten sonra rehberimde önerilen güzergâhı izleyerek resim müzesine vardım ve kuleye tırmanış bileti alarak giriş hak ettiğim bu sanat galerisini de hızlıca gezdim. Hem müze hem resim galerisi olan bu mekân eğer vakit sıkıntısı içindeyseniz rahatlıkla programdan çıkartılabilir. Zira San Gimignano'nun asıl güzelliği tarih kokan sokaklarında. Orta Çağ dekoruyla hâlen yüzyıllar öncesinde yaşayan bu sokakları adımlarken bir de Kuş Müzesi (Museo Ornitologico) ile karşılaştım; ancak gezimin ölü sezona denk düşmesi nedeniyle bu müzenin de kapısına kilit vurulmuştu. İçeride kentin ileri gelen ailelerinin geçmişte çıktığı avlarda yakalayıp doldurdukları çeşit çeşit kuşlar sergileniyormuş.

Yeme - içme


San Gimignano oldukça küçük bir kasaba olmasına rağmen turistik bir yer olması hasebiyle restoran ve kafeler bakımından oldukça zengin. Anacadde üzerine sıralanmış pek çok dondurmacı da bulunuyor. Ben öğle yemeğimi bir önceki durağım olan Siena'da yediğim için öğle yemeği, aylardan da kasım olduğu için dondurma yemedim. Ama eğer yaz aylarında, mahşerî turist kalabalığının olduğu dönemde giderseniz siz yer bulamadığınız için bir şey yiyememe tehlikesiyle karşılaşabilirsiniz haberiniz olsun!


Şehrin her sokağında fotoğraflanacak bir ayrıntı bulabilirsiniz.


24 Eylül 2015 Perşembe

İzmir

İzmir'in simgesi Konak Saat Kulesi
Ayıptır söylemesi bunca ülke bunca şehir görmüş olmama rağmen, yurtiçinde hâlâ görmediğim, ayak basmadığım sayısız şehrimiz var. Yakına değin, İzmir de bunlardan biriydi. Bir gün artık bu ayıba bir son vermeye karar kıldım ve ucuz uçak bileti bulur bulmaz İzmir'e bir gezi gerçekleştirmeyi kafaya koydum.

Ne şanstır ki, Pegasus'un şu meşhur "Uç Uç" kampanyalarından birine rastladım. Otobüs bileti ücretinin yarısından da ucuza, 22 TL'ye (gidiş-dönüş 44 TL) bir bilet aldım ve başladım yolculuk gününü beklemeye. Havayolu şirketleri kışın durgun sezonlardaki doluluk oranlarını artırmak amacıyla böylesi promosyonları sık sık yapar oldu. Size tavsiyem havayolu şirketlerinin İnternet sayfalarına düzenli olarak göz atmanız veya promosyonlardan haberdar olmak için bilgilendirme e-postalarına abone olmanız.

Gelelim yazımızın konusunu oluşturan günübirlik İzmir gezimize. Genel hatlarıyla açıklayacak olursam sabah 9.00 uçağıyla gidip, gün boyu İzmir'i yaya ve toplutaşıma araçlarıyla gezip, akşam 22.30 uçağıyla İstanbul'a geri döndüm. İzmir kent merkezini neredeyse eksiksiz gezip görmemin yanısıra, tüm bu gezi boyunca cebimden çıkan para her şey dâhil yaklaşık 100 TL oldu.

Ulaşım

İzmir Adnan Menderes Havalimanı'na gitmek için İstanbul Atatürk Havalimanı'ndan Pegasus Havayolları'nın PC2811 sefer sayılı uçuşuyla havalandım. Yukarıdada belirttiğim gibi gidiş-dönüş uçak bileti için 44 TL gibi gülünç bir rakam ödedim. Fakat İstanbul-İzmir arası mesafe oldukça kısa olduğunan promosyonsuz fiyatlar da oldukça uygun olabiliyor.

1 saatten az süren kısa bir yolculuğun ardından ulaştığımız İzmir Adnan Menderes Havalimanı'ndan kent merkezine ulaşmak çok ama çok kolay. İstanbul'dan alışık olduğumuz otobüslerin yanısıra, İzmir'de bir de tren var. Adnan Menderes Havalimanı, demiryoluyla (metro değil) şehir merkezine bağlı olan dünyanın az sayıdaki havalimanından biri. Modernize edilmiş konforlu trenlerle, İzmir'in banliyö hattı İZBAN, havalimanından şehir merkezine ulaşmanın en kolay yolu. Biletleri istasyonda alabiliyorsunuz. Duyduğuma göre son zamanlarda İzmir'de bilet üreten firma ile olan anlaşmazlıklardan dolayı tek kullanımlık biletlerin temininde sıkıntı yaşanabiliyormuş. Eğer satın alacak bilet bulamazsanız, kentkart kullanan İzmirlilerin birinden 2 TL karşılığında kartını kullanmayı rica edebilirsiniz. Bunun dışında, vapurlara, metroya ve otobüslere binerken de bu kartlardan yararlanacaksınız.

Havalimanından merkeze ulaşmak için Alsancak yönüne giden trenlere binmeniz gerekiyor. Ben, son durak olan Alsancak'a dek gittim. Alsancak'ta başlayan gezim Karataş semtinde sonlandı ve geri döndüm. Şimdi kısaca bu serüveni anlatmak istiyorum.

Gezi güzergâhı

Reyhan'daki mükellef kahvaltı sofram
Alsancak Garı'nda indiğimde karnım yavaştan acıkmaya başlamıştı. Pegasus, malum, suyu bile fahiş fiyatlara yolcusuna satmaya çalıştığından uçakta herhangi bir şey atıştırmadım. Zaten kendimi boyoza, kumruya saklıyordum. İzmirli arkadaşlardan aldığım öneriler üzerine kahvaltı için size de gönül rahatlığıyla önerebileceğim Reyhan Pastanesi'ni seçtim. Alsancak Gar'dan, buraya ister sahilden ister içeri caddelerden yürümek suretiyle kolayca ulaşabilirsiniz. Ben geceleri İzmir'in kalbinin attığı yer olan Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nden geçerek gittim. İzmir'in en nezih mekânlarından biri olan Reyhan'a varınca da kendime bir serpme kahvaltı sipariş ettim. Sıradan bir tabak içinde kahvaltılıkların geleceğini sanıyordum ki yanılmışım. Bir anda, üç dört garson, dopdolu ellerle dört bir yandan masamın çevresini sardılar ve aşağıda görseli bulunan mükellef kahvaltıyı önüme getirdiler. Ve İstanbul'da eşdeğerini en az 50 liraya bulabileceğiniz bu kahvaltı için -belleğim beni yanıltmıyorsa- yalnızca ve yalnızca 25 TL gibi fiyat ödedim. İzmir'de kafe-restoran fiyatları İstanbul'a göre gerçekten uygun.

Yaşamımın ilk boyozunu burada tattığımı belirtmek isterim. İzmir'e İspanya'dan göç eden Musevilerin mirası ve armağanı olan boyoz, tat olarak katmeri andırsa da görünüş olarak epey değişik. Benim kahvaltı masama tadımlık bir adet gelse de, İzmirliler bu meredi 10'ar 10'ar alır eve, eşe-dosta götürürlermiş. Biz İstanbulluların simitle kaşar alıp gitmesi gibi.

Alsancak'tan Basmane'ye...

Basmane Garı
Kahvaltımı ağır ağır edip, yorucu olacağını rahatlıkla öngörebildiğim gün için gücümü topladıktan sonra kendimi vurdum yollara. Caddeyi dümdüz izlediğinizde Lozan'a varıyorsunuz. Adını Lozan Meydanı'ndan alan bu küçük semtte görülecek bir şey yok. Varsa da ben bulamadım. Zira biraz daha ilerlediğinizde bu kez Montrö'ye varıyorsunuz. Tarihimizin iki önemli anlaşmasından adlarını alan bu ilginç adlı semtçikler ve meydanlar aynı zamanda şu ünlü İzmir Fuarı'na komşu. Montrö'ye vardığımda fuar girişlerinin birinden içeri girdim. Fuar döneminde gitmediğim için alanda herhangi bir etkinlik yoktu. Çok fazla kendimi yormadan, azıcık dolaşarak, bir diğer çıkışa Basmane çıkışına vardım. Basmane'nin de adı oldukça değişik. "Basmahane" sözcüğünden geldiğini tahmin etmek çok da güç değil... Basmane'nin şirin gar binasını fotoğrafladıktan sonra, yoluma devam ettim ve Çankaya'ya vardım. Türkiye'nin tek Çankaya'sı Ankara'da değilmiş, onu öğrenmiş oldum.

Kemeraltı rezaleti

Kemeraltı ne yazık ki "brandalaraltı" olmuş
Çankaya'ya gelince kendimi ara sokaklardan birine atarak İzmir'in tarihî Kemeraltı çarşısına gitmeye niyetlendim. Fakat ne mümkün? İstanbul'un Mahmutpaşa ve Tahtakale semtlerini andıran bu keşmekeşin içinde güç bela Kemeraltı'na ulaştım. Kemeraltı Kemeraltı diye adını dillerden düşürmedikleri yer burası mıymış? İzmir ile ilgili en büyük düşkırıklığımdır Kemeraltı. Oradan buradan gelişigüzel gerilmiş brandalar, rakibin tabelasından daha çok dikkat çeksin diye daha büyük asılan tabelalar, avaz avaz bağıran satıcılar... İzmirliler kusura bakmasın ama tam bir utanç manzarası.

Bu çarşı-pazar cehenneminin tek bir güzel noktası vardı. Kızlarağası Hanı. Özenle restore edilen bu ufak handa, hediyelik eşyacılar, sanat atölyeleri ve iç avlusunda ise geleneksel şirin kahveler vardı. Avlu aşırı kalabalık ve gürültülü olduğu için "mutlaka iç" dedikleri kumda kahvemi burada değil, hemen dışarıdaki kafeler/kahveler sokağındaki "Kumda Kahve" adlı bir mekânda içtim.

Kordon, Konak, Pasaport...

Pasaport İskelesi
Çankaya'dan girdiğim Kemeraltı'ndan çıktığımda kendimi Konak'ta buldum. Hani şu meşhur saat kulesinin olduğu semt. Daha çooook vaktim olduğu için burayı öğleden sonraya bırakıp Kordon boyunca yukarı yürüdüm. Konak Pier adlı bir AVM'nin önünden geçerek adını çok ilginç bulduğum bir diğer semt olan Pasaport'a vardım. Pasaport semtinin adının hikâyesini tahmin etmek de aslında güç değil. Burası eski İzmir'in deniz gümrük kapısıymış. Gemilerle İzmir'e gelenlerin pasaport kontrolü burada yapıldığı için önce iskele, sonra da koca bir semt Pasaport adını almış.

Şimdi sıra Pasaport iskelesinden vapura binip karşıya, Karşıyaka'ya geçmekteydi. Kendisini 35,5 olarak adlandıran, İzmir'den apayrı bir dünya olduğu söylenen bu yakayı oldukça merak ediyordum. Nitekim indiğimde İzmir'in Kadıköy'ü ya da Bakırköy'ü diyebileceğim bir semtle karşılaştım. Biliyorum, bir kenti bir diğerine benzetmek hoş değil ama gezginler bu karşılaştırmaları hep yapar. İzmir'deki hemen her semte İstanbul'dan bir alternatif buldum diyebilirim. Yeri geldikçe değinirim.

35,5 - Karşıyaka

Karşıyaka sahilindeki İzmir simgesi
Karşıyaka'nın ana aksını oluşturan Kemalpaşa Caddesi'nden içeriye doğru yürüdüğümde yönlendirme levhaları aracılığıyla Latife Hanım Köşkü Anı Evi'ne vardım. Mustafa Kemal Atatürk'ün tek eşi Latife Uşşaki'nin ailesinin evi olan ve Atatürk'ün İzmir'e gelişinde kaldığı bu köşk bugün müze ve anı evi olarak kullanılıyor. Bahçesinde halkın neşe içinde içeceklerini yudumladığı hareketli bir yerdi.

Buradan ileride bir şey olmadığı için geldiğim yolları tekrar etmemeye çalışarak geri Karşıyaka sahiline döndüm. Dönerken Kemalpaşa Caddesi'ne açılan ara sokakları incelemeye çalıştımsa da kaydadeğer herhangi bir şey göremedim.

Sahile varınca, deniz kıyısı boyunca batıya yürümeye başladım. Birkaç güzel köşk dışında kara tarafında görülmeye değer bir şey yoktu. Asıl manzara karşı tarafta, İzmir yakasındaydı. Karşıyaka'dan başlayıp Bostanlı'ya dek yürüdüm. Bostanlı'yı da İstanbul'un Bostancı'sına benzettiğimi söylesem çok mu ileri gitmiş olurum? :)

Körfezin kirli suları
Bostanlı'ya yaklaştıkça görülecek şeyler de azaldı haliyle. Bostanlı iskelesinden vapura atlayıp bu kez Konak'a döndüm. Vakit öğleden sonrayı çoktan geçmiş, ayaklar hafif yorulma belirtileri göstermeye başlamış, yavaştan acıkmaya başlamıştım. Konak Meydanı'nda oturup dinlendim, hem bolca fotoğraf çektim. Konak'ı İstanbul'da kıyaslayacak bir yer bulamıyorum. Taksim Meydanı ile özdeşleştirmeyi düşünebilirsiniz belki ama; bana kalırsa Konak, Taksim'den katbekat güzel. Taksim Meydanı gibi bir beton yığını, yapay bir simge değil; gerçek bir tarihî eser. İnsanların çevresinde vakit geçirdiği, yaşadığı bir nokta.

Konak'a kadar gelmişken, yine öneriler üzerine adını not ettiğim Can Döner'e gittim. Yalnızca döner satılan ve İzmir'in köklü mekânlarından olan bu restoranda ben İskender yemeyi seçtim. Fakat kusuruma bakmasınlar, ben hiç başarılı bulmadım. Yediğim İskenderler içinde oldukça alt sıralarda kalacak. Ayrıca fiyatlar bu kaliteye oranla oldukça ama oldukça yüksekti. Bu geç öğle yemeği fiyaskosundan sonra yediğim kötü İskenderi ve fahiş fiyatı sindirmek için biraz da yürümeye karar verdim.

Musevi İzmir ve Asansör

Asansör
Elde iki seçenek kalmıştı: Kadifekale ve Karataş. Kadifekale, İzmir'in eski kalesi ve bu kalenin içinde kalan semtin adı. Yazık ki, semtin sosyo-ekonomik profili son yıllarda oldukça değişip kötüleştiğinden, İstanbul'daki İzmirli arkadaşlarımın uyarılarını dikkate aldım ve Kadifekale'ye gitmedim. Bunun yerine, İzmir'in eski Musevi mahallesi olan Karataş'a yürüdüm sahilden sahilden.

İzmir yakın zamana değin kaydadeğer bir Musevi nüfusa evsahipliği yapmış. Hâlen küçük de olsa bir Musevi cemaati şehirde kaim. Musevi cemaatine mensup Eski İzmirliler arasında kimler yok ki... Dario Moreno ve Enrico Macias bunlardan yalnızca ikisi... Karataş ise İzmir Musevilerinin geçmişte en yoğun yaşadığı semtlerden biriymiş. Bugün şehrin sinagoguna evsahipliği yapan semt yine Karataş.

Karataş, koskoca İzmir'de en çok sevdiğim semt oldu diyebilirim. Geçmişine ve sahip olduğu iki-üç katlı cumbalı evlere bakarak burayı da İstanbul'daki Kuzguncuk'la özdeşleştirebilirim ama bu kadarı sanırım haksızlık olacak. Karataş, tümüyüle nevi şahsına münhasır bir semt. Kıyı kesimiyle yukarı kesimleri arasında büyük bir rakım farkı olduğu için eskiden ulaşım çok ama çok zormuş. Bu nedenle 1907 yılında İzmirli hayırsever bir Musevi yurttaş buraya şehrin o ünlü asansörünü yaptırmış. Asansörü günümüzde İzmir Büyükşehir Belediyesi işletiyor ve kullanmak ücretsiz.

Yukarıda manzarası eşsiz olan bir kafe ve restoran var. Kafe bölümü o müthiş manzaraya karşın inanılmaz ölçüde vasat. Bir hastane kantini kadar özensiz. Ürünlerin tat ve sunumları düşleyebileceğiniz her türlü ölçütün de altında. Zaten tüm İzmirliler bunun farkında ve ağızbirliği etmişçesine bu söylediklerimi tekrarlıyorlar. Buraya tek geliş amaçları İzmir'i ve körfezi tepeden izlemek, günbatımına tanıklık etmek.

Burada, İzmir'deki tek tanıdığımla görüşme fırsatım oldu. Bir aile dostumuzun kızı olan Hilâl'le Asansör'ün müthiş manzarasına karşı öyle koyu bir sohbete dalmışız ki az kalsın dönüş uçağımı kaçıracaktım! Alelacele masamızdan kalkıp koştur koştur kendimizi bir İZBAN istasyonuna attık ve ben ucu ucuna da olsa 22.30 uçağına yetiştim.

Sonsöz

Elbette İzmir bundan ibaret değil. Görmediğim daha pek çok yer, pek çok semt olduğunu biliyorum. Ancak bir günlük bir gezi için oldukça verimli bir biçimde gezdiğimi düşünüyorum. Artık eş dost sohbetlerinde İzmir'i görmedim diye utanıp sıkılmayacağım için mutluyum!

Yazıma son verirken, kentle ilgili genel izlenimlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Hiçbir yazımda siyasi yorum yapmadım yapmayacağım. Bu sözlerimin de siyasi anlaşılmasını istemem. Fakat İzmir gerçekten kötü yönetiliyor. Bunun siyasi partilerle bir ilgisi olmadığının pek çok örneği var Türkiye'de. Bu bir vizyon ve anlayış meselesi. İzmir'in ne yazık ki vizyonu ve ufku dar insanlarca yönetilmiş olduğu belli oluyor. Kemeraltı'nın o içler acısı hâli, Kordon'daki onar katlı beton yığını apartmanlar, körfezin kahve/yeşile dönmüş suyu, kir ve çöp içindeki caddeler, bakımsız kaldırımlar İzmir'e yakışmıyor. İzmir kesinlikle daha iyiyi hak ediyor.

İzmir tüm bu olumsuzluklara karşın hâlâ çok güzel. Düşünüyorum da, eğer gerçek İzmir 1922'de o melun yangınla yok olmasaydı bugün nasıl olurdu...

11 Eylül 2015 Cuma

Nesneler: Kıblenümâ

Aşağıda fotoğrafını gördüğünüz nesne bir kıblenümâ. Geçmiş dönemlerde Müslümanların namaz ibadetini yerine getirebilmek için gereksinim duydukları kıble yönünü gösteren bir tür pusula... Arapça "kıble" ve Farsça "gösteren" anlamına gelen "numâ" sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş Osmanlı dönemi Türkçesi bir sözcük. Kulağa nasıl da hoş geliyor değil mi? Yazık ki bugün artık kullanımdan düşmüş... 

Kıblenümâ

Bu kıblenümâ, İstanbul Sultanahmet'teki (Pargalı) İbrahim Paşa Sarayı bünyesinde yer alan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'nde (TİEM) sergileniyor. Müze, bu ve bunun gibi pek çok ilginç yapıta evsahipliği yapıyor. Böylesine merkezî bir konumda bulunmasına karşın, Sultanahmet Camii ile dikilitaşların ihtişamı ve ünü yanında arka planda kalmış bir mekân Türk ve İslâm Eserleri Müzesi. Gözlemlediğim kadarıyla yerli ziyaretçiler varlığından pek haberdar değil veya ilgi göstermiyorlar. Müze ziyaretçilerinin büyük bölümünü yabancılar oluşturuyor. 

2014-2015 arasında kısa bir süre onarıma giren müze, yakın zamanda kapılarını yeniden tarihseverlere açtı. Çağdaş müzecilik anlayışıyla baştan aşağı yenilenen müzeyi görmenizi hararetle tavsiye ederim.

Bu kıblenümâ, yuvarlak bir kutu biçiminde. Edirnekârî denen ahşap üzerine lake tekniğiyle yapılmış. Kapakta Mescid-ül Haram'ın revaklı avluları içinde Kâbe-i Şerif betimlenmiş. Hemen sol yanında Arafat ovasındaki kutsal mekânlar; sağ yanında ise İslamî simgelerden zeytin, hurma, nar ve peygamberle özdeşleştirilen gül çiçeği motifleri bulunmakta. 

Alt bölümdeki yazılı metin ise yapıtın nasıl kullanılacağının yanısıra, ustasının adı, yapım yılı ve yapım yeriyle ilgili bilgiler vermekte. Yazılanlara göre bu kıblenümâ, Barunü'l Muhterî adlı usta tarafından miladî 1738 (h. 1151) yılında İstanbul'da yapılmış. Eserin müze kayıtlarından öğrendiğimize göre bu kıblenümâ İzmir Hisar Camii'ne gönderilmiş, oradan da müzelerde sergilenmek üzere 1951 yılında İstanbul'a geri getirilmiş.

Ana gövde üzerindeyse kuzey yarımküreye ait dünya haritası yer almakta. Üst bölümdeki klasik pusula coğrafi yönleri gösterirken, Kâbe-i Şerif üzerine sabitlenmiş yarı döner kadran ibresi, pusulayla bulunan yöne göre harita üzerinden kıble yönünü saptamayı sağlıyor. İbrenin ucu haritadaki şehirlerden birinin üzerine getirildiğinde kıbleyi bulmak için hangi yöne doğru kaç derecelik bir açıyla dönmeniz gerektiği sorusunun yanıtını buluyorsunuz. Alt yarıda, harita üzerinde adı geçen şehirlerin Arapça adlarıyla sıralanmış bir dizini bulunuyor. Bu kıblenümâyı kullanarak tüm Avrupa, Asya ve kuzey Afrika memleketlerinde kıble yönünü saptamanız mümkün. Günümüzün dijital teknolojisiyle akıllı telefonlarımızla kolayca kıble yönünü bulabiliyor olsak da, mobil uygulamaların şu âletin asaletini yakalaması çok zor değil mi sizce de?   

3 Eylül 2015 Perşembe

Türkiye'deki havalimanları

Hızı, rahatlığı ve güvenliği bir arada sunan havayolu ulaşımı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de hızlı bir ivmeyle büyümeyi ve ilerlemeyi sürdürüyor. Uzun yıllar yüksek bilet fiyatları ve kısıtlı havalimanı ağı nedeniyle toplumumuzun ve ülkemizin kısıtlı bir kitlesine hitap etse de son yıllarda bu durum oldukça değişmiş görünüyor.

Ülkemizde en son açılan Ordu-Giresun Havalimanı'yla birlikte hava meydanlarının sayısı 55'e yükselmiş bulunuyor. İstanbul'da ve Adana-Mersin arasında 2 dev havalimanının yapımı tüm hızıyla sürüyor. Hâlihazırda Yozgat, Rize ve Gümüşhane'de ise birer havalimanının yapılması öngörülüyor.  

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Türk Hava Yolları ikramları

Turkish Do&Co simgesi
Türk Hava Yolları, kesinlikle ikramlarıyla fark yaratan bir şirket. Avusturya merkezli bir Türk şirketi olan Do&Co ile ortaklık anlaşması imzaladığı günden bu yana, gerek Business Class'ta, gerekse Ekonomi sınıfında yolcularına damak çatlatan tatlar sunuyor ve bununla ne kadar övünse azdır. Şirketin yemekler konusunda aldığı ödüllerin bolluğu da bunu doğrular nitelikte.

Söylemeye bile gerek yok ki, THY'nin iç hatlarda da, dış hatlarda da ikramlarının tümü ücretsiz ve stoklar dâhilinde sınırsız. Bu yazıda Türk Hava Yolları ikramları konusunda size yardımcı olacak birkaç bilgi paylaşmak istiyorum.

Yemekler

Dış hat ekonomi ikramı: anayemek, zeytinyağlı ve tatlı 
İkramlar belirli özelliklere göre sınıflara ayrılıyor. Örneğin öğünler kahvaltı, öğlen ve akşam yemeği olarak üçe; iç hat, kısa dış hat, dış hat ve uzun hat olarak dörde; sıcak ve soğuk olarak ikiye ayrılıyor.

İç hatlarda kahvaltı olarak sandviç, zeytin-peynir-domates-salatalık tabağı ve kekten oluşan kahvaltı kutusu; öğlen ve akşam de yine her zaman soğuk yemek (sandviç), zeytinyağlı veya salata, tatlı, ekmek, kraker, tereyağı/peynirden oluşan menü sunuluyor.

Dış hatlarda ise Gece 00.00'dan sabah 10.00 veya 10.30'a dek kahvaltı verilirken, geri kalan saatlerde ise normal sıcak yemek var. Dış hatlar kahvaltısında  mutlaka bir sıcak yemek veriliyor. Günün menüsünün içeriği size dağıtılan menüde belirtilecektir. Sıcak yemek olan omlet, börek veya tostun yanında müslili ya da meyveli yoğurt, doğranmış taze meyve, kek vb verilebilir.

Dış hatların öğle ve akşam yemeklerinde ise iki seçenek halinde sıcak yemek sunulur. Genelde et, tavuk, balık ve makarna seçeneklerinden biri yanında garnitürle servis edilir. Yolculara servis öncesi menü dağıtılarak yemeklerini seçmesi için fırsat tanınır. Herkese menü dağıtılmışken, servis sırası sizi geldiğinde "ne vardı?" diye sormak servisin uzamasına ve işlerin aksamasına neden olacaktır. Genelde böyle durumlarda kabin memurları "menüyü size süs olsun diye mi dağıttık, baksaydın ya!" dercesine bakarlar ama zavallılar ağızlarını açamazlar. Unutmayın menü dağıtımında amaç zaman kazanmak. On saniye göz atasınız ve yemeklerden içeceklerden neler var göresiniz diye size verilir.

Kısa dış hatlarda dağıtılan ikram
Genelde uçağa yolcu sayısından biraz fazla yemek yüklenir fakat bu yolcuların birden fazla tepsi alması için değil; kazarâ bir yemeğin dökülmesi ya da kullanılmaz duruma gelmesi olasılığına karşı bir önlemdir. Fakat yine de servis bitiminde eğer kaldıysa kabin memurları size vermekten memnuniyet duyacaklardır. Kalan yemeklerin çöpe atılması onların da yüreğini sızlatıyor çünkü. Fakat, eğer yemekler soğuduysa tekrar ısıtılması tehlikeli ve yasak olduğundan size olumsuz yanıt verebilirler.

Türk Hava Yolları uçaklarında ekmekler de sıcak olarak servis ediliyor. Ekonomide tek çeşit, Business'ta birkaç çeşit olarak veriliyor. Business'ta kahvaltıda ayrıca kruvasan ve reçelli marmelatlı çörekler var ki yeme de yanında yat!

2 saatin altında süren kısa dış hatlarda (Atina, Bükreş, Tiflis, Saraybosna, Üsküp vb...) ise sıcak yemek bulunmaz. Yerine sandviç ya da salata sunulur.

İç ve kısa dış hatlar zamanda kazanmak amacıyla tamamı atılabilen karton ve plastik malzemelerle sunulur. Normal dış hat seferlerinde ise yıkanıp dezenfekte edildikten sonra tekrar kullanılan melamin kaplar ve demir çatal-kaşık-bıçak kullanılır. Business Class'ın servis araç gereci ise her zaman melamin ve porselen kaplar, cam bardaklardan oluşur.

Sıra size geldi ama yemek kalmadı...

Yenilenen THY menüleri
Yemek servisinde yaşanan en büyük sorun seçeneklerden birinin tükenmesi. Ekonomik nedenlerle her havayolu şirketinde olduğu gibi Türk Hava Yolları'nda da seçenekler belirli oranlarda yüklenir. Örneğin %60 et; %40 makarna gibi. Bu oranlar şirketin uzun yıllarda edindiği deneyim ve müşterilerden gelen istekler sonucunda belirlenmiştir. O gün o uçaktaki yolcuların istekleri ortalamanın biraz dışında olabilir. Böyle durumlarda örneğin ete yoğun talep olduğunda diğer yolculara yalnızca makarna kalmakta; bu da müşteriler arasında homurtuya ve şikâyete neden olmaktadır. Servise genelde uçağın başından ve sonundan birer adet trolley (servis arabası) ile başlandığından seçeneğin kalmadığı yolcular genellikle kanat üstüne denk gelen, uçağın orta bölümünde oturan yolculardır.

Herhangi bir sebeple sıra size geldiğinde seçeneklerden biri tükenmişse kabin memurlarıyla kavga etmenin, onlarla inatlaşmanın hiçbir anlamı yok. "Alerjim var, bunu yiyemem, canım istemiyor veya sevmiyorum" tarzı yaklaşımlar hiçbir işe yaramaz çünkü bu konuda kabin ekiplerinin herhangi bir suçları, sorumlulukları ya da yapabilecekleri bir şey yok. Uçağı indirip bir koşu size et temin edemeyeceklerine göre... Zaten eğer sizin istediğiniz yemek seçeneği kendi arabalarında yoksa diğer arabaya ve fırınlara bakmadan size yok demezler. Biraz anlayışlı olmakta yarar var. Bir kap yemek için kendi tadınızı da başkalarının tadını da kaçırmaya ne gerek var?

Eğer yemek konusunda çok seçiciyseniz ya da sağlık durumunuz nedeniyle her şeyi yiyemiyorsanız size de tavsiyelerim var. Türk Hava Yolları'nın sadakat programı olan Miles&Smiles kart sahibiyseniz, İnternet sitesinde hesabınızın sayfasında özel yemeğinizi belirleyebilir ve önceden seçebilirsiniz. Vegan, jejetaryen, az tuzlu, deniz ürünlü, az yağlı, glutensiz, koşer vb gibi özellikli yemekler bu gibi durumlarda uçağa adınıza özel olarak yüklenecektir. Kart sahibi olsanız da olmasanız da bilet alımı esnasında ya da uçuştan 24 saat öncesine kadar bilgi vermek koşuluyla adınıza özel yemeğinizi sipariş edebilirsiniz.

İçecekler

Şimdi gelelim içeceklere... Türk Hava Yolları'nda iç hatlarda ekonomi sınıfında alkollü içki bulunmuyor. Business Class'ta ise yalnızca bira, şarap ve şampanya bulunur. Bunun dışındaki içecekler Coca Cola ve Pepsi marka kola, bunların light ve zero versiyonları, Çamlıca gazoz, Kızılay madensuyu, ayran, taze sıkılmış veya hazır portakal suyu, limonata, elma, vişne ve domates suyu ile toniktir. Bu içeceklerin bazıları yoğun talep sonrası tükenebilir ya da yüklemesi yapılmayabilir. Kahvaltıda, iç hat ve kısa dış hat uçuşlarda bunların yanında çay ve kahve de bulunur.

Sıcak içecekler tepsiler toplanırken dağıtılıyor
Normal dış hatlarda ise yemek servisi sırasında yukarıdaki tüm içeceklere ek olarak Efes ve Tuborg bira, yerli ve yabancı kırmızı/beyaz şarap (Kavaklıdere ve Louis Eschenauer) Yeni Rakı, Absolut Vodka, Beefeater Cin ve Ballantine's Viski bulunur. Ekonomi sınıfına şampanya yok! Çay ve kahve yemekten sonra kirli tepsiler toplanırken sunulur. Sıra size geldiğinde çayınızı kahvenizi nasıl istediğinizi lütfen sorulmasına fırsat verilmeden söyleyin. "Çay ya da kahve alır mısınız?" sorusuna "Evet, az sütlü kahve, şeker kullanmıyorum demek" bir kabin memurunu çocuklar gibi sevindirecektir. Uçaktaki 150 yolcuya "Çay kahve alır mısınız? İçine süt ister misiniz? Şeker kullanıyor musunuz?" diye sordurtmamız hem onları yormaktan, hem servis süresini uzatmaktan başka bir şeye yaramıyor.

Eğer Business Class'ta uçuyorsanız uçağa geldiğinizde size bir ayrıcalık olarak karşılama içeceği ikram edilir. Ekonomide uçuyorsanız "Eee buraya niye gelmedi" diye kendi kendinize sormayın!

Business Class'ta, içeceklerde Ekonomi'ye göre değişiklik gösteren bazı markalar var. Örneğin rakıda Efe yaş üzüm rakısı, viskide Chivas Regal, birada diğerlerinin yanısıra Carlsberg kullanılırken ek olarak Courvoisier, Bailey's ve Cointreau likörleri bulunuyor. Business'ın en büyük farkıysa köpüklü şarap yani şampanya.

Son olarak...

Bir nezaket kuralı olarak tepsinizi harpten çıkmışçasına teslim etmeyin. O tepsi çıktığı yere geri girmek zorunda. Bu nedenle tüm çöpleri üst üste yığıp bir çöp kulesi yapmak; tabakları derli toplu olsun diye üst üste koyup gökdelen inşa etmek yapılmaması gereken bir davranış.

Bardaklar da daha az yer tutması için iç içe geçirilerek toplanır. O bardakların içindeki sıvıları içmeden teslim etmeyin. Bardağın dibindeki son yudumu içtiğinizde kimse size "aaa görgüsüze bak son damlasına kadar içmiş bardaktakini" demeyecek, emin olun.

Uçakta istediğiniz içecekten, istediğiniz kadar alabilirsiniz. Hiç bir kabin memuru, istediğiniz şey uçakta mevcutsa size yok demeyecektir. Fakat sizden sonraki yolcuları düşünmek insanî bir sorumluluk diye düşünüyorum. Hepi topu 2 şişe yüklenen taze sıkılmış portakaldan 2 bardak istemek biraz da görgüsüzlük değil mi?

Alkollü içkiler konusunda da ısrarcı olmamak gerek. Alkol uçaktaki alçak basınçta kana daha hızlı karıştığı için siz fark etmeden vücudunuzu daha çabuk etkisi altına alır. Yerdeki içme hızınıza aldanıp havada kadehleri birer birer devirmeye kalkmayın. Bunun bilincinde olan kabin memurları, sınırı aşmanız durumunda sizi nazikçe uyaracaktır. Israr edip, karşı gelmenin, kendinizi bir ayyaş veya alkolik durumuna düşürmenin bir âlemi yok.

Servis yapılırken, uçağın daracık koridoruna servis arabaları çekilir ve koridorlar yolcu geçmesine olanak vermeyecek ölçüde tıkanır. Servis sırasında kabin memurları açısından, kalkıp tuvalete giden yolcular kadar sinir bozucu bir şey yoktur. Elbette acil ihtiyaçlar, çocuklu ya da yaşlı yolcular olabilir. Fakat 20 dakika sürecek bir servis sırasında normal bir yolcu olarak tuvaletinizi tutsanız ölmezsiniz. Sizin tuvalete geçmeniz için servis arabasının koridorun başına kadar geri çekilmesi gerekir. Her yolcunun hem gidişinde hem gelişinde bu ağır servis araçlarının ileri geri çekilmesi hem çalışanlara bir eziyet, hem de servisin aksamasına bir sebeptir.

Uçak içi ikramlar

Havayolu taşımacılığında uçakta yolculara oyalanmaları için bir şeyler ikram etmek sektörün geleneksel uygulamalarından biridir. Özellikle bayrak taşıyıcı havayolları, yani ülkeleri temsil eden millî şirketler birbirinden leziz, iştah açıcı menülerle uçak yolculuğunu adetâ bir yemek şölenine çevirir.

THY'nin Business Class ikramları
Kimi havayolu şirketlerinin giderleri en alt düzeyde tutmak ve daha fazla kâr etmek için yiyecek içecek servisini paralı hâle getirmesi de son yıllarda oldukça sık karşılaşılan bir durum. Ücretli servis yapan şirketlerin, sundukları ürünleri piyasa ortalamasının oldukça üstünde fiyatlara sattığı da su götürmez bir gerçek.

Bu durumda, havayolunu kullanarak yolculuk edecek yolcular, özellikle bir havayolu şirketini ilk kez kullanacakları zaman "acaba servis ücretli mi yoksa ikram mı?" ikilemine mutlaka düşüyorlar. İkramın paralı olup olmadığını sormaya çekinenler, ödemeyi nasıl yapacakları sorusunu duyduklarında tatsız bir sürprizle karşılaşabilirler.

Bu yazımda Türkiye'de etkinlik gösteren havayolu şirketlerinin ikram politikası hakkında birkaç bilgi paylaşmak istiyorum.

Türk Hava Yolları

Türk Hava Yolları, ülkemizin bayrak taşıyıcı havayolu şirketi olarak Türk konukseverliğini ve Türk kültürünü dışarıya tanıtmayı kendisine ilke ve amaç edinen bir kurum. Avusturya merkezli Türk şirketi Do&Co ile yaptığı ortaklık anlaşmasıyla yolcularına damak çatlatan tatlar sunan Türk Hava Yolları, ikramlarıyla çok sayıda ödül aldı.

Türk Hava Yolları, iç hat uçuşlarında yolcularına artık sandviç, zeytinyağlı ve tatlıdan oluşan kutu yerine sıcak tost ikram ediyor. Bu tostlar, kahvaltı saatlerinde beyaz peynirli, diğer saatlerde kaşar peynirli olarak sunuluyor. İçecekler sınırsız olmakla birlikte iç hat uçuşlarında alkollü içki servisi, gazoz, domates ve elma suyu gibi kimi seçenekler yok.

Uçuş süresi 2 saatten az olan kısa dış hat uçuşlarında da sıcak tost ve tatlı servisi yapılmakla birlikte içeceklerde dilerseniz alkollü seçenekleri alabilirsiniz.

THY'ni dış hatta Ekonomi Sınıfı'na sunduğu ikram
Türk Hava Yolları'nın diğer tüm dış hat uçuşlarında ise kahvaltıda 1, öğlen ve akşam yemeklerinde 2 çeşit yemekle karşılaşacaksınız. Kahvaltıda genelde omlet ya da börek, öğlen ve akşam yemeği menülerinde ise et, tavuk, balık ve makarna seçeneklerinden ikisini bulacaksınız.

Uçaklarda yemek çeşitleri belirli oranlarda yükleniyor. Örneğin %60 et, %40 makarna gibi... Servis 1 trolley ile (çekçekli araba) önden, 1 trolley ile arkadan başladığı için genelde iki trolleyin birleştiği, uçağın orta bölümündeki yolculara seçenek kalmaması çok sık yaşanan bir durumdur. Yani ete yoğun talep olursa, sona kalanlara makarnadan başka seçenek kalmayabilir. Bu durumda çocuk gibi alınganlık yapıp, bu işte hiçbir kabahati olmayan kabin ekibine bağırıp çağırmak gerçekten gereksiz bir hareket. Türk Hava Yolları zaten yolcularına uçuş öncesi bilet alırken yemeklerini seçme şansı veriyor. Hatta dilerseniz, kabin ekibinden birine, istediğiniz seçeneğin size önceden ayrılmasını rica edebilirsiniz. Böyle bir zorunlulukları yok, ama iş sizin güleryüzünüze ve inceliğinize kalmış.

Alkollü ve alkolsüz içeceklerden mevcut olanları dilediğinizce alabilirsiniz, tâ ki ellerinde kalmayıncaya dek. Türk Hava Yolları uçaklarında vergisiz (duty free) ürün satışı yoktur.

Anadolu Jet

Türk Hava Yolları'nın alt markası olarak yalnızca yurtiçi uçuşlar gerçekleştiren Anadolu Jet'te de ikramlar için herhangi bir ücret talep edilmiyor. Fakat seçenekler Türk Hava Yolları'na oranla oldukça sade. Bir sandviç ya da kek ile 1 bardak sıcak içecek (çay / kahve) sunuluyor.

Atlas Global

2015 yılında başlattığı büyüme hamlesiyle dikkatleri üzerine çeken Atlas Global de ücretsiz ikramlarıyla biliniyor. Bu özelliğini "Hosteslerimize para teklif etmeyiniz" gibi muzip bir sloganla vurgulayan Atlas Global ile uçarken de gönül rahatlığıyla size sunulan ikramı alıp keyifle mideye indirebilirsiniz. İç hatlarda, kek ya da sandviç seçeneği sunulurken, dış hat uçuşlarında sıcak yemek servis ediliyor.

Pegasus 

İkramlardan ücret alan firmalar Pegasus, Onur ve Sunexpress
Türkiye'de ücretli servis kavramını başlatan havayolu şirketi Pegasus'tur. Fiyatları dışarıya göre oldukça yüksek tutan Pegasus, sigara, alkol, parfüm gibi ürünlerin vergisiz (duty free) satışından da para kazanır. Pegasus'ta uçakta sunulan ürünleri eğer uçuş öncesinde biletleme sırasında satın alırsanız, indirimli fiyatlardan yararlanabilirsiniz. Ödemeleri kredi kartıyla ya da nakit yapmak mümkün.

Onur Hava Yolları

Onur Air olarak bilinen Onur Hava Yolları'nda da yolcuya sunulan yiyecek, çerez alkollü ve alkolsüz içecekler ücretli. Şirket her ne kadar 2015 yılı başlarında servis politikasını değiştirip ücretsiz ikrama geçeceğini duyurduysa da hâlihazırda Onur Hava Yolları uçaklarında bir şey yeyip içebilmek için elinizi cebinize koymanız şart.

SunExpress

Türk Hava Yolları ve Alman Lufthansa'nın ortaklığıyla kurulan küçük bir havayolu şirketi olan SunExpress'te de ikramlar ücrete tâbi. Dış hatlarda yemeklerinizi 12 avroya, iç hatlarda ise 12 liraya sipariş ediyorsunuz.

Borajet

Borajet, her ne kadar etkinliğine geçici bir süre ara verdiğini açıklayarak tüm uçuşlarını durdursa da kapanmadan önce mütevazi bir menü sunuyor; yolcularına verdiği tüm yiyecek ve içecekleri bedelsiz olarak ikram ediyordu.

BoraJet'in sade ikramı

18 Temmuz 2015 Cumartesi

50. uçuş!

Merhaba sevgili okurlarım, değerli seyahatseverler...

Bir gezme âşığı olarak menzile ulaşmak için karayolu, denizyolu, havayolu ya da demiryolu kullanmak benim için pek fark etmiyor. Fakat zamandan tasarruf etmek için en sık başvurduğum yol havayolu hiç kuşkusuz.

Bugüne kadar kişisel gezilerim ve işim gereği yaptığım uçuşların sayısı 50'ye ulaşmış bulunuyor. Katettiğim 95,531 km yol dünyanın çevresinde neredeyse 2 buçuk tur atmaya eşdeğer oluyormuş. Hayatımın ise 141 saatini yani yaklaşık 6 gününü havada geçirmişim. Uçak yolculuklarım nedeniyle atmosfere 12 ton korbondioksit salınımına neden olmuşum. (pişman değilim!)

50 uçuşun 31 tanesi yurtdışı, 19 tanesi yurtiçi olmuş. Türkiye dışında 12 farklı ülkeye uçmuşum. Dünya üzerinde bulunduğum en batı ve en güney nokta Buenos Aires, Arjantin; en doğu nokta Bişkek, Kırgızistan; en kuzey nokta ise Ufa, Başkurtistan, Rusya... Henüz ayak basmadığım çok ülke ve 2 kıta var! Okyanusya ve Afrika beni bekliyor!

51. uçuş bu gece Telaviv'e! Uçuş kayıtlarımı tutmaya ve belirli aralıklarla uçuş bilgilerimi paylaşmayı sürdüreceğim.

Siz de dilerseniz www.flightdiary.net/ruchanozculer adresi üzerinden benim bilgilerimi görüntüleyebilir ya da kendi uçuşlarınızın çetelesini tutabilirsiniz!



2 Temmuz 2015 Perşembe

Legoland

Son yıllarda ülkemizde de sayıları hızla artan çocuklara yönelik eğlence ve öğrenme merkezlerine çok yakında bir yenisi daha ekleniyor. Acıbadem Akasya AVM'deki Kidzania, Mecidiyeköy Trump AVM'deki KidzMondo, Osmaniye (Bakırköy) Marmara Forum'daki Minopolis'ten sonra şimdi de Bayrampaşa Forum İstanbul AVM'de hizmeye girmeye hazırlanan Legoland Discovery Center (Legoland Keşif Merkezi) çocukların uğrak noktalarından biri olacak.

Lego aşkı

LEGO® her ne kadar bir marka adı olsa da, artık öylesine sevilip yaygınlaştı ve ünlendi ki Türkçede markası her ne olursa olsun içiçe geçebilen tüm plastik parçalı yapı oyuncakları için kullanılan genel bir ad oldu. Biz Türkler jilet gibi, selpak gibi, aygaz gibi, cif gibi marka adlarını nesne adına çevirmedik mi zaten! :) Lego, Danimarka'da doğmuş bir çılgınlık. Hatta LEGO adı Danca "İyi oyna, güzel oyna" gibi anlamlara gelen "Leg Godt" sözcüklerinin birleşiminden oluşuyormuş.

Çocukluğunda lego ile oynayanlar bilir. Vazgeçilmez bir çılgınlık, yaş kemâle erse de asla geçmeyecek bir aşktır bu. Her çıkan lego seti bir heyecan yaratır legoseverlerde. Paralar biriktirilir, mağazaya gidilir, set alınır, evde heyecanla açılır, yapılır bozulur, eldeki eski lego setleriyle harmanlanır, ortaya yepyeni tasarımlar ortaya çıkar... Kaybolan bir parça için saatlerce ağladığımı bilirim :)

Lego ülkesi Legoland

Legoland açılış için gün sayarken
Sokak ve park kültürüne yetişen son kuşağa mensup biri olarak kapalı eğlence merkezleri, öğrenme alanları vb. gibi ortamlar bana fazlasıyla yapay gelse de teknoloji çağı çocuklarının hallerinden oldukça memnun olduklarını gözlemliyorum buralara gittikçe. Ben lego setimin başına kurulup saatlerce odama kapanmam beni sokaktan eve sokamayan annem için belki de harika bir şeydi. Ama artık devir değişti,.. E tabi çocuklar da değişti. Çocuklar zaten eve hapsolmuş durumda okula gitmek dışında belki de evden çıkamıyor. Ebeveynlerin de güvenlik kaygısıyla çocuklarını sokak ve parklardansa böyle yerlere götürmeyi yeğlediği apaçık ortada. Kaldı ki öncül girişimler kârlılık ve ciro konusunda sıkıntı yaşasa yeni merkezler açılmaya devam etmezdi. Demek ki Türk ebeveynleri ve Türk çocukları bu soy mekânları sevdi ve benimsedi.

Bu kadar sosyolojik gözlemden sonra yazımıza konu olan Legoland'e dönelim. 3-10 yaş arası çocuklara yönelik tasarlanan bir eğlence ve öğrenme merkezi olan Legoland Discovery Center, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere, Almanya ve Japonya'dan sonra Türkiye'de açtığı şubeyle birlikte dünyanın 6 ülkesinde hizmet veriyor. 30 Temmuz 2015'te hizmete gireceği duyurulan Legoland çeşitli bölümlerden oluşacak.

Legoland'de neler var?

Legolardan yapılma zürafa
Legoland Discovery Centre İstanbul deneyimi Lego Fabrika Turu ile başlıyor. Çocuklar, fabrikanın tur rehberi Profesör Brick-a-Brack ile birlikte legoların yapılışı ile ilgili bilgiler ediniyor. Ardından 3D ekranda rüzgâr, yağmur, şimşek ve kar efektleri ile daha da heyecanlı hale getirilen maceralara atılıyorlar.

Krallık Macerası Lazer Oyunu’nda at arabalarına atlayıp ve kötü iskeletlere ve dev trollere karşı puan kazanıyorlar ve krallığın prensesini kurtarmaya çalışıyorlar.

Merkezin en ilgi çekici yerlerinden biri olan Miniland ise hiç kuşkusuz yalnızca çocuklara değil yetişkinlere de hitap ediyor. 1 milyonu aşkın lego parçası kullanarak hazırlanmış dünyanın en ünlü yapılarının maketleri insanları büyülüyor. Dünyadaki ünlü yapıların yanısıra İstanbul'a özel olarak Ayasofya, Sultanahmet Camii, Galata Kulesi ve Boğaziçi Köprüsü gibi yapılar da Legoland'de sergileniyor olacak.

İnşa Et ve Test Et bölümü ise çocukların lego parçalarıyla düş güçlerini birleştirerek kendi yapıtlarını yaratmaları için hazırlanmış bir alan. Eminim merkezin en çok vakit geçirilen alanı burası olacaktır.

İngiltere'deki Trafalgar Meydanı'nın lego maketi
Merlin'in Çırağı bölümünde çocuklar pedal çevirerek yükselmeye ve büyücü Merlin'e yardım etmeye çalışacak. Yangın Akademisi'nde ise yangın söndürüp tırmanacak, hayat kurtarmaya çalışacaklar.

Boyu 90 cm'nin altında olan ufak çocuklara hitap eden İnşaat Sahası adlı bölümde ise minikler vinç kullanmayı deneyimleyecek. Son olarak Master Model Builder bölümünde, merkezde gezdiğiniz sürece gördüğünüz profesyonel lego yapıların inşasını yöneten lego ustasından dersler alacaklar. Böylece kendi lego setleriyle kendi odalarında nasıl harikalar yaratacaklarını öğretecekler.,

Olivia'nın Evi çocuklara gezilerini müzik, karaoke, dans ve eğlence ile renklendirme fırsatı sunacak. Duplo bölümü ise adı üstünde duble büyüklükte olan lego parçalarının bulunduğu bir bölüm. En minik legoseverler burada dilediklerince vakit geçirebilecek.

Giriş bilgileri

Legoland Discovery Center'ın kendi sitesinde yer alan bilgilere göreyse çocukların merkeze girişleri yalnızca ebeveyn eşliğinde olabilecek. 0-3 yaş arası çocuklara ücretsiz olacağı duyurulan merkeze 3-14 yaş arası çocuklar 30 TL, yetişkinler ise 37,5 TL karşılığında girebilecek. İnternetten de bilet satışı olacak. Yıllık üyelik kartlarıysa ise çok daha ekonomik. Yetişkinler için 85,50 TL, çocuklar için 72 TL. Merkeze girişler kapanış saat olan 22.00'den 2 saat önce bitecek.

Bir de bilet almaksızın girilebilecek bir bölüm bulunuyor ki bence merkezin en ama en güzel yeri burası olacak. Legoland mağazasından söz ediyorum. Hâlâ oyuncak mağazalarına gidip kutularına baktığım legoların hepsi, hepsi bu mağazada olacak! 900'ü aşkın Lego ürünü ve setinin yer alacağı mağazaya Forum İstanbul'a her gittiğimde gireceğimden kuşkum yok!

28 Nisan 2015 Salı

Kidzania

Kidzania'nın simgelerinden Kidzania Uçağı
Doğrusu şu Gezimanya’nın toplu etkinlikleri insanda bağımlılık yapıyor… Daha Safranbolu etkinliğimizin yorgunluğunu atmadan bir haber geldi ki heyecandan yerimde duramadım! “Haydi, Kidzania İstanbul’da bir günlüğüne çocuk olacağız” dediklerinde bütün plan ve programımı değiştirip aralarına katılmaya karar verdim.

Kidzania, dünyanın önde gelen kentlerinde şubesi olan bir eğlence ve öğrenme merkezi aslında. Türkiye’de ilk kez İstanbul’da açılmış. Acıbadem semtinde bulunan Akasya AVM bünyesinde yer alıyor. Ulaşımı da oldukça kolay. Metro ve metrobüsle kolayca gelebiliyorsunuz. Metrobüsün Uzunçayır durağında, metronun ise Ünalan (aman dikkat Acıbadem değil) istasyonunda iniyor ve altgeçitten biraz yürüyerek doğruca AVM’nin içine çıkıyorsunuz.

Akasya AVM oldukça büyük, ferah, aydınlık ve dünyaca ünlü markalara evsahipliği yapan yeni bir mekân. Ama tabii şimdilik konumuz Kidzania!

Kidzania İstanbul aslında 4-14 yaş arası çocuklar için tasarlanmış bir dünya. Biz içeri nasıl mı girdik? Gezimanya sırrı! :) İçeri girişte çocuklara uygulanan prosedür neyse ona tâbi olduk. Öncelikle Kidzania giriş biletimizi alıyoruz, bilekliklerimiz takılıyor,  haritamız ve Kidzania’da bozdurmak üzere bize verilen çeklerimizi alarak Kidzania’ya giriş yapıyoruz.

Kidzania'da geçirdiğim günü kolay kolay unutmayacağım.
İlk iş olarak, sponsor bankanın Kidzania şubesinde çeklerimizi bozduruyor ve Kidzania’nın para birimi olan Kidzos’larımızı alıyoruz. Kidzosları tıpkı gerçek para gibi. Kolay harcanıyor, güç harcanıyor. İçeri girince paranızı har vurup harman savurmak da sizin elinizde, tasarruflu kullanıp birikim yapmak da. Örneğin duvar örerek, benzinlikte çalışarak, arkeolojik kazılarda görev alarak, defilelere çıkarak vs para kazanabilirsiniz.

Paranızı çarçur etmeniz için çok zevkli yerler de var. Uçak kullanarak, gizli ajanlık eğitimi alarak, sürüş eğitimi alarak, paralarınızı harcamayı da seçebilirsiniz. Dikkat ettiyseniz hepsi gerçek yaşamda var olan iş kolları. Çocuklar içeride oyun oynarken meslekler hakkında bilgi sahibi oluyor, gerçek yaşamın bir provasını yapıyor; para kazanma, para harcama, ekonomi kavramlarıyla ilgili fikir ediniyorlar.

İçeride yer alan meslek kolları ve iş yerleri şunlar: Acil Servis, Akaryakıt İstasyonu, Araç Kiralama, Arkeoloji Müzesi, Banka, Bisküvi Fabrikası, Chika'nın Modaevi , Çikolata Fabrikası, Cips Fabrikası, Department Store, Deprem Simülasyon Merkezi, Diş Kliniği, Disko, Dondurma Fabrikası, Fotoğraf Stüdyosu, Oyun Odası, Gizli Ajan Eğitim Merkezi, Güvenlik Merkezi, Hamburgerci, Hastane, Havacılık Akademisi, İçecek Dağıtım Merkezi, İnşaat, Banka, Gazete, Emniyet Merkezi, İtfaiye, Stadyum, Üniversite, Falcı, Olay Yeri İnceleme, Optik, Oto Galerisi, Otomobil Servisi, Oyunculuk Akademisi, Parfümeri, Pizzacı, Sanat Ataölyesi, Tiyatro, Şekerleme Fabrikası, Süpermarket, Sürüş Akademisi,  Sürüş parkuru, Süt Fabrikası ve Tırmanma Duvarı… Tüm bu birimlerde kâh para kazanarak, kâh harcayarak vakit geçiriyor, eğlencenin dibine vuruyorsunuz.

Kâh duvar ustası, kah pilot oldum Kidzania'da
Çocuğunuz, kuzeniniz, yeğeniniz… 4-14 yaş arası tüm minikleri buraya getirin derim. Tek başlarına ya da arkadaş grubuyla, hatta okul gezileriyle buraya gelebilirler. İşin ilginç yanı Kidzania’da doğumgünü etkinlikleri de düzenleyebiliyormuşsunuz. Duyunca çok hoşuma gitti bu fikir. Girişler çocuklar için 55 TL, çocuklara eşlik edecek olan yetişkinlere 25 TL. Pazartesi günleri kapalı.

Denediklerim içinde Gizli Ajan Eğitim Merkezi ve Havacılık Akademisi en çok hoşuma gidenlerdi. Gizli Ajanlık eğitimi alırken başdöndürücü tünellerden geçiyor, zorlu bir geçitten tırmanıyor, 8 metrelik yüksekten kendinizi (tabii emniyetli bir biçimde) boşluğa bırakıyorsunuz. Havacılık eğitimindeyse bir uçağı Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan Atatürk Havalimanı’na uçuruyorsunuz. Allah’tan ki uçurduğum şey yalnızca bir simülatördü. Aksi takdirde tarihin en büyük havacılık facialarına sebebiyet vermem işten bile değildi! Düşe kalka uçağı piste indirdim ve artık saatler çıkma vaktini gösterdiği için ayaklarım geri gide gide Kidzania macerama son verdim.

Keşke bir fırsat daha olsa da bir kez daha bir günlüğüne çocuk olsam! Bu çılgın macerayı bize yaşatan Gezimanya  ekibine bir kez de bu yazım aracılığıyla teşekkürlerimi sunmak istiyorum!

8 Mart 2015 Pazar

Quick


Quick logosu
Geçenlerde Forum İstanbul'a gittim ve uzunca bir alışveriş maratonunun sonunda kendimi ödüllendirmek için yemek katına çıktım. Film seansını beklerken bir şeyler aldım ve bir masada atıştırmaya başladım. Derken gözüm tanıdık bir logoya takıldı: Quick...

Şirket logosunun altında "Çok lezzetli şeyler olacak" diye bir ibare yazıyordu. Logo ilk anda çok tanıdık gelse de, düşününce Türkiye'de böyle bir markayı daha önce hiç görmediğimi fark ettim. Yabancı bir marka Türkiye pazarına giriş yapıyor olmalıydı... Derken jeton düştü; taşlar yerine oturdu! Tabii yaa! Fransa'da yaşadığım dönemde her yemek yapmaya üşendiğimde imdadıma yetişen fast-food markası Quick! Bizim Quick!

Oturduğum yerde kafamı biraz kaldırıp ilanın tamamını görmeye çalıştım. Evet, Quick yakında Türkiye'ye geliyordu. Peki nedir, nasıl bir markadır bu Quick... Belçika merkezli, Fransız sermayeli bir şirket olan Quick, Fransa'da, Lüksemburg'ta ve Rusya'da da yaygın. Şimdilerde büyüme hamlesi yapmış ve Türkiye ile Tunus pazarına da girmeye karar vermiş. Tek bir alışveriş merkezinde 2 tane şube açan, aynı cadde üzerinde 2-3 farklı restoranda hizmet veren fast-food markalarını gördülerse bu kararı almaları pek de zor olmamıştır hani...

Diğer markalardan farkı ne?

Quick, 21 Nisan 2015 günü Forum İstanbul AVM'de kapılarını açtı. Ben de hemen gidip ziyaretimi yaptım. Hemen izlenimlerimi paylaşmak isterim sizlerle. Quick'in konsept olarak Burger King ve McDonalds'tan hiçbir farkı yok diyebilirim. Tipik bir hızlı yemek restoranı. Sistemi, menüleri, promosyonları, kampanyaları neredeyse birebir aynı. Aynı şekilde kasada sıraya giriyorsunuz, çoğunluğu gençlerden oluşan çalışanlar "sipariş veremeyen var mı" diye soruyor, hangi içeceği istediğiniz ve menüyü büyütmek isteyip istemediğiniz soruluyor.

Çocuklar için oyuncak veren ufak menüler, öğrenciler için özel teklifler, aileler için aile boyu menüler de vardı Fransa'daki Quick'te. Bunu geliştirerek Türkiye'de uygularlarsa, sanırım başarılı olurlar. Sordum, çok yakında promosyonlara başlayacaklarını söylediler.

"Çok lezzetli şeyler olacak!"
Tek ayrım hamburgerlerin şeklinde şemalinde ve bazı malzemelerde aslında. Quick bazı hamburgerlerinde şekilli mekilli, pek havalı ekmekler kullanıyor. Bunu bazen diğer markalar da deniyor. Tat olarak McDonalds'tan daha iyi buluyordum şahsen. Aksini söyleyeni çok gördüm. Patateslerini ise tuzlamadan veriyor Quick. "Az tuzlu mu, çok tuzlu mu, karar sizin" diye bir sloganları vardı. Peçeteyi, pipetleri, tuzu vs servis büfelerinden kendiniz alıyorsunuz ihtiyacınız kadar. Türkiye'de tüketicinin insafına mı emanet etmemişler peçete alımını. Tepsi içinde kendileri veriyor. Bir güzel haber de şu ki, Quick'te ıslak mendil de veriliyor tepsi içinde!

Et, tavuk ve balık seçeneklerinin her üçü de bulunuyor. Fransa'daki şubelerde içeceklerde PepsiCo ürünleri (Pepsi, 7up, Tropicana vb) tercih ediliyor. Fransa'da içmesuyu olarak Vittel, madensuyu olarak San Pellegrino veriliyor ama Türkiye'de Coca Cola ürünleri; sıcak içeceklerde ise Doğadan / Nescafé markaları sunuluyor.

Rakip markalarda olduğu gibi balıklı ya da tavuklu salatalar, kutuda atıştırmalıklar, dondurmalar, tatlılar, milkshake'ler var. Adından başka her şey aynı anlayacağınız... Affınıza sığınarak söylüyorum; hani derler ya "aynı b*kun laciverdi" diye. Gerçekten de öyle.

Ürünler


Quick'in simge ürünü Giant *
Tüm hamburger markaları gibi Quick'te de köfteler sığır etinden hazırlanıyor. Fakat yurtdışındaki şubelerinde domuz etli bazı ürünler var. McDonald's ve Burger King'te olduğu gibi Quick tabii ki domuz etli ürünleri Türkiye'de satışa sunmamış. Özellikle "Bacon" adını taşıyan ürünlerin adını da içeriğini mi güncellemişler. Quick'in simge ürünü "Giant" adını taşıyor. Burger King'in Whoopper'ı; Mc Donald's'ın "BigMc"i neyse Quick'in de Giant'ı o. Quick ürünleri aşağıdaki gibi:
  • Cheeseburger : Beyaz yuvarlak ekmek, 45 gramlık köfte, erimiş emmental peyniri, soğan, salatalık turşusu, ketçap ve hardal ile hazırlanıyor. 
  • Giant Junior : Beyaz yuvarlak ekmek, 45 gramlık köfte, chester peyniri, soğanlı karışım, gebreotu sosu
  • Giant : Beyaz yuvarlak ekmek, 2 adet 45 gramlık köfte, chester peyniri, soğanlı karışım, gebreotu sosu
  • Quick'n Toast : Tost ekmeği arasında domates dilimleri, pastırma (Fransa'da domuz eti kullanılıyor, bakalım burada nasıl bir çözüm üretecekler) 115 gramlık köfte, erimiş emmental peyniri, karabiberli peynirli sos.
  • Long Beef : Susamlı uzun ekmek arasında 2 adet 45 gramlık köfte, erimiş chester ve emmental peyniri, pastırma dilimleri, tütsülenmiş (füme) domates 
  • Long Chicken : Susamlı uzun beyaz ekmek arasına 90 gramlık çıtır tavuk, erimiş chester peyniri, Batavya salatası dedikleri yeşillik, kararbiberli peynirli sos
  • Long Fish : Buhara tutulmuş susamlı uzun beyaz ekmek arası çıtır balık, erimiş chester, batavia salatası ve tartar sos. 
  • Suprême classic : İrmiğe bulanmış beyaz ekmek arasında, 115 gramlık köfte, erimiş chester, domates dilimleri, yeşillik, halka soğanlar, salatalık turşusu, hardal sosu ve ketçap. 
  • Giant Max : Beyaz yuvarlak ekmek, 2 adet 60 gramlık köfte, erimiş chester, salata, soğan, gebreotu sosu 
Ürün fiyatlarına gelince, aşağı yukarı McDonald's ve Burger King ile aynı diyebilirim ama bir nebze daha yüksek. En uygun fiyatlı ürünün 13 TL dolaylarında bir fiyatı vardı.

Quick ve marka değeri

Rekabet! *
Quick 2014 yılını 495 restoranla uğurlamış. 2015'in ilk çeyreğinde ise Türkiye'nin de aralarında bulunduğu yeni pazarlara giriş kararı almış. McDonalds'tan sonra Fransa'nın en büyük ikinci hızlı yemek restoranı zinciri. Bu iki markanın sektördeki tekeli yüzünden Burger King 1997 yılında Fransa pazarından çekilme kararı almıştı. Düşünebiliyor musunuz? Koskoca Fransa'da canınız Whopper çekse yiyemiyorsunuz! Fransızlar hasretti bu lezzete. Yurtdışına çıktıklarında yemek yemek için hususi Burger King restoranı arayan Fransız arkadaşlarım vardı.

Neyse ki Burger King bu talebe daha fazla kayıtsız kalamadı ve 2012 yılında Fransa'ya geri döndü. Halkın nasıl coşkuyla karşıladığını; olayın nasıl gazete manşetlerine taşındığını anımsadıkça gülümsüyorum. Bunlarınkine varlık içinde yokluk denir!

Quick, Amerikalı McDonalds ve Burger King gibi devlerin karşısında, Avrupa merkezli ve sermayeli en büyük hızlı yemek restoranı markası olarak dikiliyor. Ben Türkiye'de tutunacağına ve kısa sürede yayılacağına inanıyorum. Siyasi nedenlerde Amerikan sermayesi markaları protesto eden kesimler için bir seçenek olarak pazara girecek çünkü. Quick'in Bayrampaşa Forum İstanbul AVM'de, Şişli Meydan'da, Mecidiyeköy Cevahir AVM'de, Ataşehir'de ve Viaport AVM'de de çok yakında şubeleri açılıyormuş. Şimdilik diğer kentlerde şube açmak planlarında yokmuş.

2015'te başlatıkları büyüme hamlesi, aynı zamanda bir değişim dalgasını da getirmiş. Şirket, logosunu da değiştirmiş gördüğüm kadarıyla. Ürün çeşitliliğinde değişikliğe giderek Türkiye'ye özgü yeni tatlar sunabilirler tüketiciye. Bekleyip göreceğiz.

Sağlıklı beslenmeye ilişkin birkaç söz

Spicy Max ürünü, patates kızartması, ayran ve soslar
Şaka şaka... Sağlıklı beslenmeden dem vuracak en son kişi benimdir herhalde. Ufak bir obur olarak, bir oturuşta 2 menü devirmek benim için alışılmış bir şeydir. Fast-food tarzı lezzetleri çok seviyorum ne yazık ki... Umarım bir gün başıma bela olmaz.

Kabul ediyorum: kola gibi yapay bir sıvıyı bize dayatılan devasa kaplarda tüketmek sağlık için zararlı. Bu yüzden olabildiğince gazlı içecekleri tüketmekten kaçınıyorum ve menülerin yanında ayran alıyorum. Müjdeler olsun ki, Quick de seçkisine ayran eklemiş :)

Hangi koşullarda, kaçıncı kez kullanıldığı meçhul yağlarla kızartılan patatesler konusu benim de gönlümü bulandırıyor ama ne yapayım, çok seviyorum patates kızartmasını... Hele o sarımsaklı mayonezler, acı soslar yok mu...

***

Şimdilik söyleyebileceklerim bunlar. Restoran hizmete girer girdi; gidip kendiniz de tadabilir; deneyimlerinizi, yorumlarınızı yorum bölümünde paylaşabilirsiniz. Burger King'çi biri olarak, Quick'i Burger King'e yeğler miyim bilmem ama McDonalds'tan iyi olduğunu hâlâ ısrarla düşünüyorum!

Quick bu hareketiyle büyük bir alkışı ve övgüyü hak ediyor!