Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu

9 Ocak 2015 Cuma

Guggenheim Müzesi

Guggenheim önünde bendeniz!
Bilbao Guggenheim Müzesi, dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olmasa da, en çok tanınanlardan biri olduğu kesin. Çağdaş sanattan hiç hazzetmediğimi baştan söylemeliyim. Ancak, başta mimari özellikleriyle ziyaretçilerin dikkatini çeken müzeyi ben de 2013 yazında, 1 aylık Bask Bölgesi ziyaretim sırasında gezme olanağı bulmuştum.

Bilbao, başkent Madrid, Barselona ya da San Sebastián gibi şehirlerin yanında oldukça sönük kalsa da, içinde pek çok ilgi çekici nokta barındırıyor. Bunlardan en önemlisi hiç kuşkusuz Bilbao Guggenheim Müzesi.

Müzenin temelleri


Öncelikle Guggenheim’a ilişkin genel birkaç bilgi vermek gerekir diye düşünüyorum. Bu müze, Guggenheim adını taşıyan çok sayıda müzeden biri. Çağdaş sanat koleksiyoneri Solomon R. Guggenheim’ın kurduğu organizasyonun açtığı bir müze. Bilbao dışında bugün New York, Venedik, Abu Dabi’de de birer ayağı bulunan Guggenheim’lara çok yakında Helsinki’de bir yenisi daha eklenecek. Acaba bizim İstanbul’umuz için biri bir gün böyle bir öneri sunar mı?

Guggenheim Bilbao, uzun süren yer arayışları ve inşaat sürecinin ardından Ekim 1997’de açılmış. Bilbao kentini boydan boya ikiye ayıran Nervión Irmağı kıyısında, eski liman bölgesinde bir arsa üzerine yapılmış. Mimarı, mimarlıkla azıcık haşır neşir olan herkesin yakından tanıdığı Frank Gehry. Dünyanın pek çok yerinde birbirinden ilginç tasarımlı binalar tasarlayan Gehry, Bilbao Guggenheim’a da imza atmış. Binanın tasarımı tek kelimeyle “değişik”. Taş, cam ve titanyum paneller kullanılarak yapılan bina kısa sürede ilgi odağı olmayı başarmış. En saygın mimarlık ödüllerini kapmış ve dahası Bilbao’nun da müzenin de adını kısa sürede duyurmakla kalmamış; müze olma vasfından ziyade, kendi mimarisiyle adından söz ettirmeye başlamış. İşte bu olay, literatüre “Bilbao Effect / Bilbao Etkisi” diye girmiş.

Yapı uzay çağından fırlamış gibi görünüyor. Gerçekten çok ilginç. İnsan incelemekten zevk alıyor. Fakat tüm yapıların böyle olduğu bir şehirde ya da dünyada yaşamak istemezdim. Bu kadar metaliklik fazla olurdu doğrusu.

Müzeye geliş


Bilbao’ya yolunuz düşerse, hiçbir yere uğramasanız bile bu müzeye mutlaka gelmelisiniz. 2 saat müzenin tümünü görmek için yeter de artar. Bilbao küçük bir şehir ve şehiriçi ulaşım oldukça kolay. Otobüslerden 1, 10, 13 ve 18 numaralı olanlar Plaza del Museo de Bellas Artes durağında duruyor, duraktan müzeye 5 dakikalık yürüme mesafesinde olacaksınız. 13, 27, 38 ve 48 numaralı otobüsler Alameda de Rekalde durağında duruyor. Yine kısa bir yürüyüşten sonra müzeye varıyorsunuz. 11 ve 71 numaralı otobüslerse ırmağın öbür yakasında Plaza de La Salve durağında sizi indiriyor. Asansörle köprünün üstüne çıkıp köprüden geçerek müzeye ulaşıyorsunuz. 10 dakika yürüme mesafesinde Moyua metro istasyonu; hemen önünde ise Guggenheim tramvay durağı bulunuyor. Ama size önerim, Nervión Irmağı kıyısında güzel bir yürüyüş yaparak müzeye yaya gitmeniz.

Müzeye giriş


Müze Salıdan Pazara 10.00 ve 20.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Pazartesi günleri kapalı. Noel tatili ve yılbaşında da hizmet vermiyor. Bilet gişesi kapanış saatinden 30 dk önce kapatılıyor ve kapanıştan 15 dk önce ziyaretçilerden müzeyi boşaltmaları isteniyor.

Yetişkinler için giriş 13 avro, 26 yaş altı gençler için 7,5 avro; 12 yaş altı çocuklara ücretsiz. Bilbao Güzel Sanatlar Müzesi (Museo de Bellas Artes de Bilbao) girişini de içerek ikili biletten alıp tasarruf edebilirsiniz. İki müzeye birden giriş olanağı sunan bu biletler ise 14 avro. Bilet ücretlerine sesli elektronik rehber aygıtı da dâhil. Dil seçenekleri içinde Türkçe yok. İngilizce, Fransızca ya da İspanyolca seçeneklerinden birini seçmelisiniz.

Müzede vestiyer hizmeti de sunuluyor. Müze içinde fotoğraf çekimi ve kamera kaydı yapılması ise yasak.

Müzeyi geziş


Müzeyi gezmeye hemen girişten sonra yer alan Zero Espazioa’dan başlayabilirsiniz. Buradaki ekranlardan gerekli broşürleri bastırabilir; müze ve sergilenen yapıtlarla ilgili ön bilgi edinebilirsiniz. Atrio Central dedikleri ana avlu, müzenin merkezi diyebiliriz. Üç kata yayılan sergi galerileri bu ana avlu çevresinde bulunuyor ve her kat asansörlerle ve geçitlerle birbirine bağlanıyor.

Müzede toplam 20 sergi salonu var. Ayrıca bir oditoryum, restoranlar ve mağaza da yer alıyor. Müze dışarıdan son derece biçimsiz ve karmaşık görünse de iç tasarımı oldukça yalın ve yolunuzu bulmak çok kolay.

Müzeyi keşif


Müzede sürekli sergilerin yanısıra geçici sergiler de yer alıyor. Genelde diğer Guggenheim müzelerinde sergilenen yapıtlar ya da dünyanın dört bir yanından geçici olarak kiralanan çağdaş sanat eserleri görücüye çıkıyor. Ben, çağdaş sanatı günahım kadar sevmediğimden mütevellit; Guggenheim’ı daha ziyade bir mimarlık dehası diye gezdim.

Guggenheim’de sergilenen eserler içinde en çok hoşuma gidenler –şu sözcüğü hiç sevmesem de- instalasyonlar oldu. Bakınca bir şey anlamadığım tablolar kesinlikle ilgi alanım dışında. İşte Guggenheim Müzesi’nde mutlaka görülmesi gereken eserler:


 Puppy (tr: Enik, Köpekçik)


Müzenin maskotu, belki de simgesi oluveren bu tatlı köpekçik, müzenin hemen girişinde bulunuyor. 12 metrelik dev instalasyon çelik bir iskelet, bolca toprak ve binlerce çiçekten oluşan "yaşayan" bir yapıt. Jeff  Koons tarafından hayata geçirilen çalışma, 1992'de tamamlanmış; müze açılınca buraya getirilmiş. Sanat yorumcularına göre "ağırbaşlı ve yiğitçe duruşuyla bu sevimli köpek, müzenin girişinde müzeye bekçilik ediyormuş" İtiraf etmeliyim, bugüne dek duyduğum en mantıklı çağdaş sanat eseri yorumlarından biriydi!


Maman (tr: Anne)


Maman (anne) adını taşıyan bu örümcek konulu çalışma, Fransız sanatçı Louise Bourgeoise tarafından  1999 yılında yapılmış. Bakır, mermer ve çelik malzemelerle oluşturulan çalışmanın yüksekliği neredeyse 9 metre. Sanatçı yapıtını "anne" olarak adlandırmış ve kendi annesine adamış. Örümceklerin ağı nasıl ki hem yavrulara bir yuva; hem de av yakalamak için bir tuzaksa, yorumlara göre bu yapıt anneliğin hem koruyucu hem yırtıcı yönünü betimliyormuş. Örümceğin ince bacakları ise aynı anda hem kırılganlığı hem dayanıklılığı simgeliyormuş. Kendisi de bir anne olan bu örümcek, karnının altındaki kesecikte yumurtalarını taşıyor. Görenlerde şaşkınlık ve korku uyandıran bu heykel, aslında ince bacaklarıyla son derece kırılgan, savunmasız bir canlıymış. Yani görüntüden korkup yılmamayı, kazanmak için çabalamayı öğütlüyormuş.

Tulips (tr: Lâleler)


Bu dev lâleler de Puppy gibi bir Jeff Koons yapıtı. Tam olarak neyi simgelediğini bilmesem de, dekoratif olarak hoş göründüğünü söyleyebilirim. Gözalıcı renkleriyle sizi yanıbaşlarında fotoğraf çekinmeye âdeta davet ediyorlar.

The Tree & The Eye (tr: Ağaç ve Göz)

Daha önce pek çok yapıtı İstanbul'da da sergilenen Anish Kapoor'un bu çalışması müzenin en yeni üyelerinden. Öncelikle Kapoor'u zerre kadar anlamadığımı belirtmek istiyorum. 13 metre yüksekliğindeki çalışma paslanmaz çelikten yapılmış kürelerden oluşuyor ve bir havuzun orta yerine yerleştirilmiş. Küreler üzerine yansıyan bozulmuş şehir manzaraları sayesinde insana insan gözünün her zaman doğruyu görmeyeceğini anlatıyormuş.

The Matter of Time (tr: Zaman Meselesi)


Bu dev çalışma Bilbao Guggenheim Müzesi'nin en bilindik yapıtlarından. Richard Serra imzasını taşıyan bu labirentvari çalışma adının belirttiğine göre zaman mefhumu hakkında fakat çağdaş sanattan anlamayan ben, herhangi bir bağlantı kuramadım. "Duvar"ların arasında gezilebiliyor ama benim gibi içinde bir desen, bir tablo falan görmeyi beklerseniz yanılırsınız. Bu da böyle bir eser işte!

Installation for Bilbao (tr: Bilbao İnstalasyonu)

Jenny Holzer imzalı bu "yapıt" bana sorarsanız kesinlikle sanat değil. Sanat yorumlama konusunda bilirkişi olduğumu iddia etmiyorum elbet ama LED ışıklı dükkân tabelaları ne zamandan beri sanat olarak değerlendirilir oldu bilmiyorum. Öyle olsa, bizim bütün cadde ve sokaklarımız bir açıkhava müzesi... 

***

NOT: Bu yazıda kullanılan tüm görseller Wikimedia Commons'tan sağlanmıştır. Gerekli koşullara uyulduğu sürece kullanılmasında bir sakınca yoktur.

1 yorum: